İsrail’in Gazze ve İran Saldırıları Boykot ve Nükleer Krizin Bölgesel Etkileri Başlıklı Konferans Gerçekleştirildi.
Isparta
Konferans Özeti
Erkek | Kadın (Haberi Sesli Oku)
- Giriş ve Amaç
Toplantı; İsrail’in Gazze ve İran’a yönelik saldırıları, bu saldırıların hukuki boyutu, İslam dünyasının tutumu ve nükleer krizin bölgesel etkilerini değerlendirmek amacıyla düzenlenmiştir. Katılımcılar arasında akademisyenler, askerî uzmanlar, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve kamuoyuna yön veren önemli isimler yer almıştır.
- Ana Temalar ve Görüşler
Gazze’deki Durum ve Soykırım Değerlendirmesi
- Gazze’deki saldırılar, katılımcılar tarafından açık biçimde soykırım olarak tanımlanmıştır.
- Konferans başkanı tarafından soykırım uluslararası tescile gidilerek belgelendirilmiştir.
- Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararına rağmen, küresel güçlerin sessiz kalması özellikle vurgulanmıştır.
- İslam ülkelerinin tepkisizliği eleştirilmiş, “Soykırımcı değil, susan suçludur” mesajı ön plana çıkmıştır.
Müslüman Ülkelerin Tutumu
- Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn gibi ülkeler, İsrail lehine hareket etmekle eleştirilmiştir.
- Petrol ve doğalgaz ihracatının geçici olarak durdurulması önerilmiştir:
“Yedi gün durdurun, dünya ekonomisi çöker.”
- Türkiye’nin çabaları takdir edilmiş, ancak daha güçlü adımlar atması gerektiği ifade edilmiştir.
Türkiye’nin Rolü ve Öneriler
- Türkiye’nin, Filistin ile deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması yapması önerilmiştir.
- Bu anlaşmanın, Gazze’nin deniz sahasındaki haklarını korumak açısından kritik önemde olduğu belirtilmiştir.
- Türkiye’nin askerî müdahalesi bir alternatif olarak kabul edilse de, diplomatik baskı ve uluslararası hukuk yollarıyla çok daha etkin olabileceği vurgulanmıştır.
İran ve Askerî Gerçeklik
- İran’ın, İsrail ve ABD saldırılarına karşı pasif kaldığı ifade edilmiştir.
- B-2 bombardıman uçaklarının İran’a yönelik saldırıları sırasında 36 saat havada kaldığı üzerinden algı operasyonları ve sahte tehditler eleştirilmiştir.
- İran rejiminin, Batı ile danışıklı ilişkiler içinde olabileceği yönünde değerlendirmeler yapılmıştır.
Büyük Ortadoğu Projesi ve Tehlikelerine Dikkat Edilmesi Gerektiği Vurgulanmıştır.
- Gazze’ye yönelik saldırıların arkasında, Büyük İsrail Projesinin yer aldığı savunulmuştur.
- "Kürdistan değil, Siyonistan kurulmak isteniyor" görüşü dile getirilmiştir.
- Özellikle muhafazakâr Kürt vatandaşların, bu projeye karşı uyanık olmaları gerektiği ifade edilmiştir.
Ekonomik Boykot ve Kamuoyu Bilinci
- İsrail ve destekçilerine karşı ekonomik boykot çağrısı yapılmıştır.
- Yahudi sermayesiyle bağlantılı ürünlerden uzak durulması gerektiği belirtilmiştir.
- "Yüzde 5 pazar kaybı bile büyük baskı yaratır" görüşü öne çıkarılmıştır.
USSAM’ın Vizyonu ve Uluslararası Mahkeme Çağrısı
- Uluslararası savaş suçlarını yargılayacak bir USSAM Mahkemesi’nin Türkiye’de kurulması gerektiği vurgulanmıştır.
- Bu yapının, İslam dünyası için acil bir ihtiyaç olduğu belirtilmiştir.
- Mevcut uluslararası yargı sisteminin Siyonist etki altında olduğu ve adalet üretmediği görüşü paylaşılmıştır.
Sonuç
Toplantı, vicdan, adalet ve birlik çağrısı ile sona ermiştir. Katılımcılar, Türkiye’nin öncülüğünde Müslüman ülkelerin bir USSAM Mahkemesi Kurmasını ayrıca siyasi, hukuki ve ekonomik alanlarda daha kararlı adımlar atılması gerektiği konusunda fikir birliğine varmış (UAEA) yapısının daha gerçekçi olması gerektiğini dile getirmiştir.
(UAEA) Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı: Türk Bilim İnsanlarına Bölgede Neden İhtiyaç Var?
Dünyamız için hayati öneme sahip kurumların başında gelen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), idari yapısında yaşanan sorunlar nedeniyle bugün söylediğini yarın tekzip eden bir tutarsızlık sergilemekte; bu durum, kurumun güvenilirliğini zedelemektedir. Bu güç durumdan kurtulabilmesi için UAEA’nın, alanında yetkin, bağımsız ve güvenilir bilim insanlarına ciddi şekilde ihtiyaç duyduğu sıklıkla dile getirilmektedir.
Her ne kadar mevcut bilgiler teyide muhtaç olsa da, UAEA’nın özellikle İran, İsrail, Pakistan ve Hindistan gibi bölge ülkelerinde gözlemci sıfatıyla görev yapacak ve dünyayı doğru bilgilendirecek bilim insanlarını arayış içinde olduğu ileri sürülmektedir.
Bu doğrultuda, Türkiye’yi bu istihdam sürecinin dışında tutmaya çalışan bazı etkin çevrelerin bulunduğu öne sürülse de, Türkiye'deki bazı siyasi ve diplomatik çevreler, özellikle Fordow başta olmak üzere bölgedeki gözlem faaliyetlerinde görev alacak ekibin bir kısmının Türk bilim insanlarından oluşması gerektiğini savunmaktadır.
Bu çerçevede gündeme gelen isimler arasında:
- Prof. Dr. Namık Ak
- Prof. Dr. Uğur Çevik
- Prof. Dr. İnanç Özgen
- Prof. Dr. Fahri Sakal
- Prof. Dr. Kerem Karabulut
- Prof. Dr. Fethi Gedikli
- Emekli Hava Korgeneral Erdoğan Karakuş
- Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı
- Prof. Dr. Fadıl Hoca
- Öğretim Görevlisi Şeyda Özgenç
- Anayasa Bilimcisi Av. Süleyman Akdemir
- Av. Sümeyye Aydoğan
gibi alanlarında uzman isimler yer alması gerektiği öne sürüldü.
Ayrıca, gözlem raporlarının hukuki bağlayıcılığını sağlamak amacıyla ve aynı zamanda tecrübe kazanmaları açısından genç hukukçular da bu gözlem kurulunda yer alması gerektiği vurgulanırken konferansta söz hakkı alan bilim insanlarının öne çıkan ifadelerine aşağıda yer verilmiştir.
Oturum Yöneticisi, Emekli Tümamiral Mustafa Cihat Yaycı'ya Gazze’deki zulmün ne zaman sona ereceğini, barış ve ateşkes söylemlerinin samimi olup olmadığını sorarak halkın merakını dile getiriyor. Ardından İran-ABD gerilimine değinerek, eski ABD Başkanı Trump’ın 36 saat havada kaldığını iddia ettiği B-2 hayalet uçaklarını gündeme getiriyor. Uçakların İran’ı bombalayıp saatlerce havada kalmasına rağmen İran tarafından neden düşürülemediğini sorguluyor. Bu uçakların radara yakalanmama özelliklerini hatırlatarak, gerçekten görünmez olup olmadıkları veya İran’ın düşürmek istemeyip istemediği gibi ihtimalleri tartışmaya açıyor. Bu durumun bir “oyun” olup olmadığını sorguladıktan sonra, esas konunun Gazze olduğunu belirterek sözü Amiral Yaycı'ya bırakıyor.
Müstafi Amiral Doç. Dr. Cihat Yaycı’nın Konuşması Özeti:
Müstafi Amiral Doç. Dr. Cihat Yaycı, Gazze’de yaşananların tarihin en vahşi ve belgelenmiş soykırımı olduğunu, uluslararası hukuk açısından tartışmasız bir insanlık suçu haline geldiğini vurgulamıştır. Uluslararası hukukun güçlünün hukukuna dönüştüğünü belirten Yaycı, bu soykırımın yalnızca İsrail veya ABD’nin müdahalesiyle sona erdirilebileceğini, ancak Müslüman devletlerin kolektif gücünü kullanması halinde başka bir yolun da mümkün olabileceğini ifade etmiştir.
Yaycı, petrol ve doğalgaz üreticisi Müslüman ülkelerin, ihracatı durdurmaları durumunda dünya ekonomisini felce uğratabileceğini, fakat bu güçlerini kullanmaktan aciz kaldıklarını vurgulamış, özellikle Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Fas’ı eleştirerek bunlara “Esmer Britanyalılar” demiştir. Türkiye’nin en samimi tepkiyi gösteren ülke olduğunu belirten Yaycı, İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’nde hava sahasının kapatılması önerisinin bu ülkelerce veto edildiğini hatırlatmıştır.
Ayrıca Türkiye’nin Filistin’le Libya benzeri bir Deniz Yetki Alanları Anlaşması yapması gerektiğini, bunun hem hukuki bir belge oluşturacağını hem de Gazze’nin deniz altı enerji kaynakları üzerindeki hakların korunması açısından hayati olduğunu vurgulamıştır.
Gazze meselesinin aslında Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir parçası olduğunu, bu projenin amacının Büyük İsrail (BİP) ve Siyonistan kurmak olduğunu belirterek, Kürdistan projesinin aslında Siyonistan olduğunu net ifadelerle dile getirmiştir. Bu nedenle muhafazakâr Kürt kökenli vatandaşların uyarılması ve Türkiye’nin birliğine sahip çıkmaları gerektiğini ifade etmiştir.
İran’a yönelik ABD saldırısında B2 uçaklarının 36 saat havada kaldığı iddiasını yalanlayan Yaycı, bu uçakların İngiltere’ye ait Diego Garcia Üssü’nden kalktığını, İngiltere’nin bu işin arkasında olduğunu ama görünür olmak istemediğini belirtmiştir. Ayrıca İran’ın bu uçaklara neden karşılık vermediğini, hatta bazen saldırılardan önce bilgilendirilmiş olabileceğini ifade ederek İran rejiminin geçmişte Fransa’da kurulduğuna dikkat çekmiştir.
Türkiye’nin İsrail ile savaşa girmesinin çıkarına olmadığını, kendi menfaatini ve aklını öncelemesi gerektiğini savunmuştur. Türkiye'nin gücüyle Müslüman dünyayı organize etmesi, askeri değil stratejik adımlarla ilerlemesi gerektiğini vurgulamıştır.
Son olarak, Filistin yönetiminde Türkiye karşıtı unsurlar bulunduğunu, KKTC'yi tanımayı reddettiklerini, hatta Türkiye’yi işgalci ilan eden açıklamalar yaptıklarını da örnek vererek, Türkiye'nin milli menfaatlerini akıl ve dengeyle koruması gerektiğini ifade etmiştir.
Oturum Yöneticisi Müslüm Aktürk, Müstafi Amiral Doç. Dr. Cihat Yaycı'ya yöneltilen son sorular öncesi söz hakkını Elif Lale Kırcaoğlu’na verir. Kırcaoğlu, dinleyicileri selamlayarak Nuri Pakdil'in Kudüs'e dair mısralarını hatırlatır ve onu rahmetle anarak duygusal bir giriş yapar. Ardından Trump ve Netanyahu’nun Gazze'deki ateşkes söylemlerinin samimi mi, yoksa danışıklı dövüş mü olduğuna dair kanaatini Amiral Yaycı’dan öğrenmek istediğini belirtir. Sorunun basit gibi görünse de stratejik bir öneme sahip olduğunu vurgular.
Müstafi Amiral Doç. Dr. Cihat Yaycı’nın Ateşkes Yorumu ve Son Değerlendirmesi:
Müstafi Amiral Cihat Yaycı, Trump ve Netanyahu’nun dile getirdiği ateşkesin bir barış anlaşması değil, taktiksel bir duraklama olduğunu net şekilde ifade etmiştir. Amaçlarının Gazze'yi tamamen kontrol altına almak, Filistin halkını sürgün etmek, hatta Filistin’i başka bir coğrafyaya taşımak (örneğin Sina, Suriye veya Suudi Arabistan) olduğunu vurgulamıştır.
Yaycı, 60 günlük ateşkesin amacının yalnızca Hamas'ın elindeki rehineleri almak olduğunu, esirler teslim edildikten sonra saldırıların daha da acımasız şekilde devam edeceğini ifade etmiştir. “Bunlardan barış, merhamet ya da adalet beklenemez.” diyerek sert bir uyarıda bulunmuştur. Kalıcı barışa dair hiçbir teklifin olmadığını, hep geçici ve şartlı ateşkeslerden söz edildiğini hatırlatmıştır.
Son olarak Yaycı, Türkiye ile Filistin arasında yapılacak deniz yetki alanları anlaşmasının Gazze’nin hukuki olarak Filistin’e ait olduğunu belgelemek açısından gelecek nesiller için stratejik önem taşıdığını, bu nedenle "Filistin, Türkiye'nin denizden komşusudur" sloganının benimsenmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Av. Mustafa Kuran’ın USSAM ve Kudüs Üzerine Konuşması
Avukat Mustafa Kuran, konuşmasında hem hukuki hem tarihi hem de vicdani bir perspektifle çok çarpıcı mesajlar verdi:
- Filistin ve Kudüs Türkiye’nindir
- İngiltere'nin 130 yıl önce verdiği bir mahkeme kararıyla Kudüs’ün mülkiyeti Osmanlı’ya, dolayısıyla bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir.
- Bu nedenle “Filistin de, Gazze de bizimdir” diyerek tarihî ve hukuki mülkiyet hakkını savundu.
- Müslümanlar Arasında Ayrım Yapılamaz
- “İyi Müslüman – kötü Müslüman” ayrımı yapılamaz.
- Müslümanların birlik içinde iman temelli mücadele etmesi gerektiğini vurguladı.
- ABD ve İsrail’e Sert Tepki
- ABD’nin ve İsrail’in zalim, gaddar ve haysiyetsiz politikalarına dikkat çekerek bu zulmün, insanlık ve hukuk adına utanç vesikası olduğunu söyledi.
- Uluslararası Adalet Divanı'nın İsrail ve Siyonizm etkisinde kaldığı için Müslümanlar lehine asla bir karar veremeyeceğini ifade etti.
- USSAM’ın Kurulmasının Tarihî ve Hukukî Zorunluluğu
- Mevcut sistemin çürümüşlüğü karşısında USSAM – Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri’nin mutlaka Türkiye’de kurulması gerektiğini dile getirdi.
- Türkiye öncülüğünde, 2,5 milyar Müslüman ve 400 milyonluk Türk dünyasının bu mahkemeye sahip çıkması çağrısı yaptı.
- “USSAM kurulsaydı, Netanyahu Amerika’ya gidemezdi” diyerek kurumun caydırıcılığına vurgu yaptı.
- Tarih ve Gelecek Perspektifi
- Türkiye’nin Osmanlı’nın mirasçısı olarak adalet, merhamet ve insanlık değerlerinin taşıyıcısı olduğunu belirtti.
- ABD'nin çöküş sürecine girdiğini, gelecek 40 yılda 2-4 parçaya bölüneceğini öngördü.
- Avrupa’nın adalet sisteminin çöktüğünü, Müslümanlara öğretilecek bir adalet anlayışları kalmadığını ifade etti.
- Erdoğan’a ve USSAM Komisyonu’na Övgü
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duruşunu “iman şuuru içinde dimdik duran, İslam’ı temsil eden dünya lideri” olarak niteledi.
- Organizasyonun başkanı Salih Kurt ve tüm USSAM üyelerini tebrik ederek dualarla konuşmasını tamamladı.
Bu konuşma, USSAM’ın neden sadece bir düşünce değil, aynı zamanda tarihî, vicdani ve stratejik bir zorunluluk olduğunu ortaya koyan güçlü bir çağrıdır.
Prof. Dr. Fahri Sakal’ın Konuşması: Tarihsel ve Ekonomik Perspektiften Boykot ve Siyonizm’in Gücü
- Tarihsel Arka Plan: Yahudi Toplumunun Sürgünlerle Güçlenmesi
- Yahudiler (Beni İsrail), tarih boyunca birçok kez sürgün edilmiştir:
Babilliler, ardından Romalılar, daha sonra Avrupa ülkeleri (özellikle İspanya, Rusya, Almanya).
- Bu sürgünlerden daha güçlü şekilde çıkmışlardır; özellikle Babil Sürgünü, sosyal düzen ve dinî yapılarını inşa ettikleri yer olmuştur.
- Avrupa'daki aydınlanma, reform, sanayi devrimi gibi süreçlerin merkezlerinde oldukları için gelişmelere hızlı adapte olmuşlardır.
- Tarihte Yahudilere en adil yaklaşımı sağlayan en büyük imparatorluk Osmanlı İmparatorluğu olmuştur.
- Kabile Teorisi ve Holokost Üzerinden Siyasi Kurgular
- Arthur Koestler’in "13. Kabile" kitabına atıf yaparak Hazar Türklerinin Musevi olduğu, fakat ırkî saflığı korumak isteyen Yahudiler tarafından dışlandığı anlatılmıştır.
- Hitler döneminde, Yahudilerin bazı “feda” stratejileriyle mağduriyet üzerinden Filistin’e dönüşü meşrulaştırdığı ileri sürülmüştür.
- En Büyük Güçleri: Ekonomi ve Medya
- Yahudilerin en büyük gücünün ekonomi olduğu ve bu sayede maliye, bankacılık, medya ve sanayi sektörlerine hâkim oldukları ifade edilmiştir.
- Hollywood gibi küresel kültür merkezlerinde de hâkimiyetlerinin olduğu belirtilmiştir.
- “Uygarlık, Batı ve Ötekiler” adlı kitaptan örnekle, İsrail'in Batı tarafından Orta Doğu’da bir medeniyet karakolu olarak görüldüğü ifade edilmiştir.
- Çözüm Önerisi: Ekonomik Ambargo ve Bilinçli Tüketim
- Yahudi veya Yahudi destekli malların boykot edilmesi, hatta %5’lik bir pazar kaybının bile ciddi sonuçlar doğuracağı vurgulanmıştır.
- Ekonomik gücün yönlendirilmesiyle bu şirketlerin siyasi kararlar üzerinde taviz vereceği ileri sürülmüştür.
- Tarihten Örnek: Balkan Savaşı ve Vatandaş Desteği
- Balkan Harbi sırasında Osmanlı vatandaşı olan Rumların Yunanistan’a gemi hediye ettiği, bu geminin Osmanlı donanmasına karşı kullanıldığı hatırlatılarak ekonomik dayanışmanın etkisi vurgulanmıştır.
- Marka, Dil ve Kültürel Egemenlik Uyarısı
- Bazı Türk markalarının Yunanca isimlerle piyasaya sunulması ve turist kaygısıyla yer isimlerinin değiştirilmesi eleştirilmiştir.
- Örnek: Dardanel balık markası, Boğazların “Dardanel” veya “Bosforus” olarak tanıtılması.
- Nobel ve Bilimsel Başarılar
- Dünya çapında etnik köken bazında en çok Nobel kazanan topluluğun Yahudiler olduğu belirtilerek, nüfusun küçük ama etkili olduğu vurgulanmıştır.
- Sanayi ve bilgi üretiminin Yahudilerin gücünü artırdığı kaydedilmiştir.
- Tarihî Bilgilerle Bağlantı: Hz. İbrahim’in Yolu
- Hz. İbrahim’in yaşadığı Ur – Urfa – Kenan – Mısır – Babil – Avrupa güzergâhı üzerinden Yahudilerin her zaman gelişmiş bölgelere yerleştiği anlatıldı.
- Göbeklitepe, Urfa, Harran gibi şehirlerin İslam medeniyetinin temelleriyle bağlantılı olduğuna işaret edildi.
- Sonuç ve Çağrı
- Müslümanların bilinçli tüketim ve boykot konusunda birleşmesi gerektiği tekrarlandı.
- Yahudi ve destekçi ürünlerin alınmasının günah olduğu ve bu duyarlılığın tüm İslam coğrafyasına yayılması gerektiği vurgulandı.
Oturum Yöneticisi Müslüm Aktürk’ün Sorusu:
“Sayın Rektörüm, bu adamlar bu haliyle korkunç cinayetler işliyorlar. Soykırım yapıyorlar. Kimseyi dinlemiyorlar. Daha bunlar nükleer falan olaya geçmemişler. Bunların elinde de biliyorsunuz kim bilir ne kadar nükleer silah var. Bunlar bir de onu kullanabilirler mi? Onu kullanırsa düşünemiyoruz.”
Rektör Prof. Dr. Namık Ak’ın Konuşmasının Özeti:
Prof. Dr. Namık Ak, nükleer silahların çevresel ve insan sağlığına etkilerini kapsamlı biçimde açıklayarak soruya yanıt verirken şu önemli noktaları vurgulamıştır:
- Nükleer Patlamanın Temel Etkileri:
- Nükleer patlamada ortaya çıkan üç ana enerji türü vardır:
- Blast (Patlama) etkisi: Fiziksel şok dalgası, toprak ve su şoku, büyük miktarda toz ve radyoaktif serpinti oluşturur.
- Termal Radyasyon: Yoğun ısı yayılımı ve ışımadır, patlama sonrası yangınlara yol açar.
- Nükleer Radyasyon: İyonlaştırıcı radyasyon, atomların iyonlaşmasına ve ciddi tahribata neden olur.
- Nükleer patlamada ortaya çıkan üç ana enerji türü vardır:
- Nükleer Enerji Santralleri (NES) ve Silah Üretimi İlişkisi:
- NES’ler temel olarak enerji üretmek için tasarlanmıştır ve nükleer silahlar ile doğrudan aynı şey değildir.
- Ancak, NES teknolojisi hem enerji üretiminde hem de nükleer silah yapımında kullanılabilir; bu nedenle güvenlik ve denetim kritik öneme sahiptir.
- Örnek olarak Çernobil kazası verildi; bu kaza, nükleer teknolojinin silah üretimiyle ilişkilendirilmesinde önemli bir risk teşkil etmektedir.
- Fisyon ve Füzyon Reaksiyonları:
- Nükleer silahların çalışma prensibi fisyon (atom çekirdeğinin parçalanması) veya füzyon (atom çekirdeklerinin birleşmesi) reaksiyonlarına dayanır.
- Fisyon reaksiyonunda uranyum-235 veya plütonyum-239 gibi ağır elementler kullanılırken, füzyon tepkimesiyle hidrojen bombaları oluşturulur.
- Nükleer Silahların Yıkıcı Gücü ve Tarihsel Örnekler:
- 1945’te Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombaları, on binlerce insanın ölümüne yol açmış, çevresel ve genetik etkileri onlarca yıl sürmüştür.
- Patlama sonrası yayılan iyonlaştırıcı radyasyon, kanser, genetik hasar ve uzun süreli sağlık sorunlarına neden olmaktadır.
- Nükleer Enerji Santrallerinin Çevresel Etkileri:
- Modern NES’ler kontrollü şekilde yönetildiğinde çevreye zararları minimize edilebilir.
- Ancak sızıntı ve kaza riskleri yüksek çevresel tehdit oluşturur.
- NES’lerin soğutma işlemi için büyük miktarda suya ihtiyaç duyulması ve atıkların uygun şekilde depolanması gerekmektedir.
- Dünya Üzerindeki Nükleer Silah Dağılımı:
- En çok nükleer silaha sahip ülkeler: Rusya, ABD, Çin, Fransa, İngiltere, Pakistan, Hindistan, İsrail ve Kuzey Kore.
- ABD, NATO müttefik ülkeleri (Türkiye, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda) üzerinde nükleer başlıklar bulundurmaktadır.
- Rusya ve ABD dünya nükleer silahlarının yaklaşık %90’ına sahiptir.
- Nükleer Enerjinin Geleceği ve Güvenlik Önerileri:
- Akkuyu Nükleer Santrali örneği verilerek modern nesillerin çevre dostu ve güvenli olduğu vurgulanmıştır.
- Dünya genelinde 400’ün üzerinde NES bulunmakta ve yenileri yapılmaktadır.
- Sivil toplumun, hükümetlerin ve bilim insanlarının iş birliği ile uluslararası standartlarda denetimlerin artırılması gerekmektedir.
- Sonuç ve Tavsiye:
- Nükleer silahların yarattığı tehlike nedeniyle, savaş suçlarını araştıran uluslararası mahkemelerin (USSAM gibi) kurulması acilen gereklidir.
- Birlik, beraberlik ve uluslararası iş birliği çağrısı yapılmış; sivil toplumun rolü önemle vurgulanmıştır.
Oturum Yöneticisi Müslüm Aktürk:
Oturum Yöneticisi Müslüm Aktürk: “Gazze Kaybetmedi, İnsanlık Kaybetti”
USSAM Uluslararası Konferansı'nın oturum başkanlığını üstlenen Müslüm Aktürk, yönettiği tartışmalar ve yönelttiği sorularla katılımcılardan büyük takdir topladı. Özellikle B2 bombardıman uçaklarının 30 saat havada kalabileceği iddiasına dair çarpıcı teknik sorularıyla dezenformasyonun ortaya çıkmasını sağladı.
️ Soru ve Yönlendirmeleriyle Konferansa Damga Vurdu
Konferans boyunca bilimsel liyakatini ortaya koyan Aktürk, konuklara yönelttiği stratejik, teknik ve hukuki derinliği olan sorularla paneli yönlendirdi. Özellikle askeri havacılık konusundaki uzmanlığı, B2 bombardıman uçaklarının fiili kapasitesi ile ilgili çarpıtmaları açığa çıkaran soru silsilesiyle dikkat çekti.
"30 saat havada kalabiliyor denilen uçakların teknik menzili, yakıt, mühimmat ve insan fizyolojisi açısından ne kadar sürdürülebilir?" sorusuyla oturuma bilimsel netlik kazandırdı.
“Gazze Kaybetmedi, İnsanlık Kaybetti”
Tarihe geçecek nitelikteki sözlerinden biri olan:
"Gazze kaybetmedi, insanlık kaybetti."
ifadesiyle salondan büyük alkış aldı. Bu söz, konferans boyunca sıkça atıfta bulunulan, vicdanları harekete geçiren en çarpıcı tespitlerden biri olarak hafızalara kazındı.
Tecrübe, Liyakat ve Denge Unsuru
Aktürk, hem akademik hem sahaya dayalı tecrübesiyle oturumun dengeleyici ve derinleştirici unsuru oldu. Konuşmacılar arasında empati kuran, tartışmaları yöneten ve stratejik yönlendirmeler yapan sorularıyla oturumu bilimsel ve etik bir seviyede tuttu.
“Bu konferans yalnızca savaş suçlarını değil, medya savaşlarını, bilgi manipülasyonlarını da açığa çıkarmalıdır dedi.”
Başkan Salih Kurt Konuşmasında Güvenlik Vurgusuna Dikkat Çekti.
İsrail’in, özellikle Siyonizm’in tehlikeleri hakkında çocukluğumda yaşadığım kısa bir anekdotu burada ilk defa paylaşmak istiyorum dedi. Çünkü Siyonizm, İran’da olduğu gibi Türkiye’de de oldukça etkili ve bunu bir güvenlik zafiyeti olarak görmekteyim. Katılımcılara bir kez daha teşekkür ederim diyerek sözlerine başladı.
Trabzon’un Akçaabat ilçesine bağlı Dörtyol beldesinde dünyaya geldim. Beş-altı yaşlarındayken, genellikle anneanne ve babaanne gibi büyüklerimizin yanında yetiştik.
Baba evimiz meyve bahçelerinin içindedir. Evimizin hemen üst kısmında bir patika yol bulunuyordu; insanlar buradan gelip geçer, meyvelerimizden toplarlardı. Bu patika yol üzerinde caneriklerimiz vardı ve zaman zaman babaannem ve büyüklerimiz bize bu eriklerden yöresel bir yemek olan “pestil yemeği” yaparlardı. Mısır unu ve can eriğinden hazırlanan yöresel bir yemektir bu.
Bir gün bahçede dolaşan, başı örtülü bir kadın gördüm. Bu erikleri elliyor ama toplamıyordu. O zamanlar ilkokula bile başlamamıştım. Anneme sordum:
— Bu bayan kim?
Anneme, “Bazen bu kadını görüyorum. Zaman zaman bu yoldan geçiyor, yukarı köylere gidiyor, meyve topluyor. Yukarı köylerden birinde oturuyor galiba. Biraz meraklı biri, bazen bir şeyler soruyor.” dedi.
Bu bayanı bahçede gördüğümde, özellikle bahçeden meyve toplayarak yapılan bu pestil yemeğinden yediğimizde çok ağır hastalanıyorduk. Hatta rahmetli babaannem bu kadını bahçede yine gördüğüm bir gün pestil yemeği yaptı. Ailenin tamamı günlerce yataktan kalkamadı. Babaannem dahi birine su verecek takat bulamıyordu.
Yıllar sonra, takriben 6 yıl sonra, dini eğitim almak üzere 12 yaşında Trabzon Merkez’de bulunan Kemerkaya Camii’nde yatılı Yaz Kur’an Kursu’na başladım. Bu cami, meşhur İshak Hoca Camisi olarak da bilinir.
Yıllar geçti, askere gittim geldim. Aradan bir 15 yıl daha geçmişti. Bu kadını hiç görmemiştim. Derken bir Cuma günü, yine aynı Kemerkaya Camii’ne ikindi namazını kılmak için gittim. Camiye, İsrailli turistlerin ziyaret edeceği anons edildi ve namazdan sonra cemaatin hızlıca camiyi boşaltması istendi.
Ben cemaatte eski tanıdıklarımı görünce sohbete daldım. Bu esnada İsrailli turistler içeri girdi. Aralarında İbranice konuşuyorlardı. İçeri giren kadınlardan biri, çocukluğumda bahçede gördüğüm o kadın çıktı. Başını örtmüştü, yüzü kızardı ve bana bakarak sırtını dönmeye çalıştı.
Etrafımdakiler:
— Sanki bu İsrailli turistler seni tanıyor, dediler.
Ben de daha önce bahçede gördüğüm kadın olduğunu hatırladım. İsrailli turistlerin ara ara Trabzon’a gelip tarihi yerleri gezdikleri söylendi.
Buradan şunu ifade etmek isterim: Siyonizm, bizlerin içinde —tanıdığımız ya da tanımadığımız şekilde— çok eski yıllardan beri gizli bir biçimde yuvalanmış durumda. Türkiye’de bu durum ciddi bir güvenlik açığı teşkil ediyor. Bu nedenle dikkatli olmamız gerektiğine inanıyorum.
Bu konuyu anlatmamın esas sebebi, İran’da yaşanan olaylar ve suikastlardır. Bunlar ani gelişmeler değil; yıllardır belirli yapılanmaların ürünüdür. Aynı olayların Türkiye’de de yaşanması için gizli ve sistemli çalışmalar yürütülüyor. Bu nedenle, çevremizdeki insanları ve tanıdığımızı düşündüğümüz kişileri iyi tanımamız ve araştırmamız gerekiyor.
Bu noktada değerli arkadaşlarımın vaktini fazla almak istemiyorum. Ancak dikkatli olalım; eşimizi, dostumuzu, çevremizi mutlaka sorgulayalım. Bu, kötü niyetle değil; eskiden olan “soruşturma kültürü” nü yeniden aktif hale getirmemiz gerektiğine inanıyorum. İş ve özel hayatımızda güvenilir insanlarla iletişim kurmalıyız.
Beni dinlediğiniz için teşekkür eder, hepinize saygı, sevgi ve hürmetlerimi sunarım.
Sağ olun, var olun, sözleriyle konuşmasını bitirdi.
Prof. Dr. İnanç Özgen’in Konuşma Özeti
Uluslararası USSAM Konferansı – Tarım, Çevre ve Güvenlik Perspektifinden Siyonizm ve Biyoçeşitlilik Tehdidi
Prof. Dr. İnanç Özgen, konuşmasına USSAM ve Karabağ Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri gibi uluslararası adalet çabalarının bir parçası olmaktan duyduğu memnuniyeti ifade ederek başladı. Bu kutsal davada sadece kalemle değil, sahada da aktif olarak katkı sunma arzusunu dile Başkan Salih Kurt teşekkürlerini dile getirerek sözlerine başladı.
Konuşmasında, İsrail’in Türkiye’yi ve özellikle Güneydoğu Anadolu coğrafyasını çok iyi bildiğini, bu bilgiyi tarım ve biyoçeşitlilik alanında da stratejik olarak kullandığını belirtti. İsrailli araştırmacıların 1920’lerde buğdayın ilk kültüre alındığı yer olan Diyarbakır’daki Hilar Mağaraları’ndan genotip örnekleri topladığını, bunun da “Sizi sizden daha iyi biliyoruz” anlamına geldiğini vurguladı.
Osmanlı dönemindeki Yahudi-Osmanlı ilişkilerinden bahseden Özgen, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Yahudilere sahip çıkıldığını, Nazi Almanyası'ndan kaçan Yahudi bilim insanlarının Türkiye’ye sığındığını hatırlatarak, Türkiye'nin Yahudilerle tarihsel anlamda düşmanca bir ilişki kurmadığını belirtti. Ancak modern dönemde İsrail’in ve Siyonizm’in hem siyasi hem tarımsal olarak Türkiye ve bölge için büyük tehdit oluşturduğunu söyledi.
Özgen, tarımın stratejik bir silaha dönüştüğünü ve Ortadoğu’daki tüm savaşların arkasında aslında gıda, tohum ve su kaynaklarının olduğunu ifade etti. İsrail’in Golan Tepeleri’ni ele geçirmesinin ardında tarım politikası yattığını; burada toplanan yağmur sularının tarımsal değer taşıdığını ve İsrail'in genetiği değiştirilmiş tohumlarıyla çiftçileri bağımlı hale getirdiğini belirtti.
Biyoçeşitliliğin korunması ve yerli tarımın millileştirilmesinin hayati önemde olduğunu vurgulayan Özgen, Türkiye’nin son 10–15 yılda bu konuda bazı olumlu adımlar atsa da, henüz yeterli seviyeye ulaşmadığını söyledi. Mercimek gibi ürünlerde Kanada’nın Türkiye'yi geçtiğini, buğday genotiplerinin ise yurtdışına taşındığını ifade etti.
Konuşmasında küresel krizlere de değinen Özgen, özellikle Covid-19’un insan eliyle üretilmiş bir biyolojik tehdit olduğu görüşüne dikkat çekerek, bu tür saldırıların arkasında da nüfus azaltma politikalarının bulunduğunu belirtti. Nükleer sızıntıların çevresel etkilerini örnek göstererek, Karadeniz’de Çernobil sonrası yaşanan kanser vakaları ve ekosistem tahribatını anlattı.
İsrail’in bilimsel ve teknik altyapısını yıllardır geliştirdiğini, bu nedenle stratejik üstünlük kurduğunu belirten Özgen, Osmanlı’nın son dönemlerinde II. Abdülhamid’in İngiltere seyahatinde yaşadığı kültürel ve teknolojik hayal kırıklığının, eğitimin ve tarımın devlet politikası haline gelmesinde etkili olduğunu hatırlattı.
Günümüz açısından, savaş suçlarının belgelenmesi, tarımda yerlileşme, çevresel felaketlere hazırlıklı olma ve istihbaratın güçlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Özgen, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
“Gazze’de yaşananlar sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın vicdanını sızlatmıştır. Türkiye’nin İran ve Ortadoğu ülkeleriyle tarım politikalarında iş birliği yapması, gıda güvenliğini sağlama yolunda hayati bir adımdır. Bu toplantının hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum dedi.”
Prof. Dr. Kerem Karabulut’un Konuşma Özeti
USSAM Konferansı – Cehalet, Ekonomi Politik, Mezhepçilik ve İslam Dünyasının Geleceği Üzerine Düşünceler
Prof. Dr. Kerem Karabulut konuşmasına, katılımcıları saygıyla selamlayarak ve bu tür toplantıların insanlığın geleceği açısından büyük önem taşıdığını vurgulayarak başladı. Yapay zekâ çağında insanlığın kendi kendini yok etmeye gittiğini belirten Karabulut, USSAM benzeri uluslararası girişimlerin bu gidişata dur demede etkili olabileceğini vurguladı.
- İnsanlığın Üç Büyük Sorunu: Hastalık, Yoksulluk ve Cehalet
- Pandemilerle hastalığın,
- Gelir dağılımındaki uçurumla yoksulluğun,
- İslam dünyasının gelişememesinin kök sebebi olarak cehaletin, insanlığın karşı karşıya olduğu üç temel sorun olduğunu ifade etti.
Ekonomik göstergelerle bu adaletsizliği rakamlarla örneklendirdi:
- Dünya gelirinin %85’i en zengin %20 tarafından kontrol edilmekte,
- Dünya kaynaklarının %50’si ise nüfusun sadece %1’i tarafından yönetilmektedir.
- İslam Dünyasında Cehaletin Bedeli: Mezhepçilik ve Bölünme
Karabulut, İslam coğrafyasının cehalet nedeniyle birlik olamadığını, mezhepçilik ve taassubun Batı’nın ve özellikle İsrail’in bölge üzerindeki hâkimiyetini kolaylaştırdığını belirtti. Şiilik ve Sünnilik gibi ayrımların bilerek körüklendiğini; Batılı stratejistlerin ve özellikle Rus Çarı Deli Petro'nun vasiyetinde bile bu ayrımların böl-parçala-yönet stratejisinin bir parçası olarak açıklandığını vurguladı.
“Bir cemaatin lideri başkalarını ‘kâfir’ ilan ediyorsa, ondan uzak durun. Bu anlayışla bir İslam birliği kurulamaz.”
- İslam Dünyası: Kaynak Zengini ama Fakir
- İslam ülkeleri, dünya petrolünün %60’ına, doğalgazın %50’sine ve dünya nüfusunun %23’üne sahip olmasına rağmen,
- Dünya gelirinden sadece %7 pay almakta, kendi aralarındaki dış ticaret oranı da sadece %18 düzeyindedir.
Bu durumun temelinde bilim ve teknolojiye yatırım yapmamak olduğunu belirtti. Osmanlı’nın sanayi devrimini ıskaladığını, 1770’lerde başlayan bu değişime ayak uyduramadığı için bugünkü bağımlı pozisyona düşüldüğünü ifade etti.
- Çözüm: Bilim, Teknoloji, Birlik ve Adalet
- Prof. Dr. Karabulut, İslam dünyasının kalkınması için mutlaka bilim, teknoloji ve üretime yönelmesi gerektiğini,
- Sadece dini söylemle değil, üretim gücüyle, teknolojik gelişmelerle adaletin savunulabileceğini vurguladı.
Örnek olarak, Türkiye'nin Karabağ savaşında İHA ve SİHA teknolojisiyle elde ettiği başarıyı, İran’ın ise son İsrail saldırısına verdiği karşılığı gösterdi.
- Aşura Günü ve Umudun Simgesi
Konuşmasını Aşura Günü'nün anlamıyla bağlayarak şu sözlerle tamamladı:
“Bugün Aşura günü. Hz. Hüseyin'in haklı azınlık olarak batıl çoğunluğa karşı durduğu ve tarihsel bir kırılma yaşandığı gündür. İslam coğrafyası da bugün aynı şekilde haklı bir direnişi, birlik ve adalet temelinde sürdürmelidir.”
Son olarak, İsrail ve ABD'nin bugünkü saldırgan politikalarını “kan emici kudurganlık” olarak niteleyen Karabulut, haklı olanın mutlaka kazanacağını, yeter ki akıl, ilim ve birlik yolunda sebat edilsin diyerek konuşmasını tamamladı.
Prof. Dr. Qaffar Çahmaklı’nın Konuşma Özeti
USSAM Konferansı – Gazze Soykırımı, Karabağ Tecrübesi ve İsrail’in Geleceğini Konuştu
Prof. Dr. Qaffar Çahmaklı, konuşmasına çevrim içi düzenlenen bu konferanstan duyduğu memnuniyeti dile getirerek başladı. Konferansın özellikle Emekli Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı’nın değerlendirmeleri açısından oldukça değerli olduğunu belirtti ve bu bağlamda bazı önemli fikirlerini paylaşarak başkan Salih Kurt’a bu önemli konferans için teşekkür etti.
- İsrail’in Gazze’deki Eylemleri Savaş Suçudur
Hocamız, Gazze’de İsrail tarafından işlenenlerin açık bir savaş suçu olduğunu ve bu durumun isminin net bir şekilde konulması gerektiğini vurguladı. Sadece fikir belirtmekle kalınmaması, bu suçların uluslararası platformlara taşınması gerektiğini ifade etti.
- Karabağ Tecrübesi: Geç Kalmış Bir Mücadele
- Hocalı Katliamı’nın bir soykırım olarak kabul ettirilememesinin, Karabağ Savaşı’nın gecikmesinde büyük bir rol oynadığını belirtti.
- Eğer Hocalı’daki olaylar dünya kamuoyuna soykırım olarak sunulabilseydi, Azerbaycan topraklarının işgali daha erken sonlandırılabilirdi.
- Bu bağlamda Ermenistan’ın Karabağ’daki suçları ile İsrail’in Gazze’deki eylemleri arasında benzerlik olduğuna dikkat çekti.
- Siyonist Tehlike ve Türkiye’nin Rolü
- Siyonizmin “vadedilmiş topraklar” iddiası doğrultusunda gelecekteki hedefin Türkiye olabileceği uyarısında bulundu.
- İsrail’in bu hedeflerine ulaşmaması büyük ölçüde Türkiye’nin duruşuna bağlıdır ve Türkiye’nin bu bölgede İsrail’e ‘dur’ diyebilecek tek ülke olduğuna inandığını belirtti.
- İsrail’in Geleceği Tartışmalıdır
- Rus düşünce kuruluşlarında İsrail’in uzun vadede bölgede kalamayacağı yönünde analizlerin yapıldığını ifade etti.
- Hatta bazı Rus analistlerin, gelecekte Yahudilerin Rusya’ya – özellikle Birobican adlı Yahudi özerk bölgesine – göç ettirilebileceği ihtimali üzerinde durduklarını paylaştı.
- İsrail’in bu şekilde bir soykırım siyasetiyle bölgede uzun vadeli varlık göstermesinin imkânsız olduğunu söyledi.
- Müslüman Dünyasındaki Çelişkiler ve Tarihi Yanılgılar
- Bazı Arap ülkelerinin İsrail’le ilişkilerini normalleştirdiğini ve hatta Gazze saldırıları sırasında İsrail’in yanında pozisyon aldıklarını hatırlattı.
- Filistinli lider Yaser Arafat’ın Ermenilere duyduğu sempatiyi ve ASALA gibi terör gruplarını meşru görmesini eleştirerek, Karabağ Savaşı sırasında Filistin ve İran’ın Ermenistan’a destek verdiğini söyledi.
- Bu yaklaşımların tarihsel olarak gözden geçirilmesi ve İslam dünyasının bu tür hatalardan ders çıkarması gerektiğini vurguladı.
- Adaletin Yanında Olmak ve Sessiz Kalmamak
- Yahudi lobilerinin zaman zaman Karabağ ile ilgili adalet mücadelesini bastırmak için devreye girdiğini, bu çabalar nedeniyle Azerbaycan ve Türkiye’de belge toplayan bazı kişilerin baskı altına alınıp hapsedildiğini dile getirdi.
- Bu noktada Yahudiler ve Ermenilerin ortak hareket ettiğini, buna rağmen adaletin sadece belli gruplara değil, Filistin halkı gibi mazlumlara da sağlanması gerektiğini savundu.
- USSAM’ın Kurulması ve Desteklenmesi Gereği
Son olarak, Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemesi’nin (USSAM) kurulmasını yürekten desteklediğini belirtti. Kendisinin ve çevresindeki akademik ve sosyal çevrenin bu konuda elinden gelen desteği vermeye hazır olduğunu vurgulayarak sözlerini saygı ve başarı temennileriyle sonlandırdı.
Uluslararası Ehli Beyt Derneği Başkanı Cesim Zeydanlı: “Ehli Beyt Adaleti USSAM Mahkemeleri ile Hayat Bulmalı
USSAM Konferansı – Gazze, Kerbela ve Fert Düzeyinde Cihat Sorumluluğu
Uluslararası Ehli Beyt Derneği Başkanı Cesim Zeydanlı, konuşmasına tüm katılımcıları selamlayarak ve Allah’ın adıyla başladı. Konuşmasında günümüzde yaşanan zulüm ve haksızlıklara karşı fert düzeyindeki sorumluluğumuza odaklanmak istediğini belirtti. Konunun devletler arası diplomatik boyutunun dışında, Müslüman bireyin ne yapması gerektiğine dair önemli tespitlerde bulundu.
- Zulüm Karşısında Çağdaş Kerbela ve Müslümanların Dağınıklığı
- Bugün Gazze’de yaşananların Kerbela’nın güncel bir tezahürü olduğunu vurguladı.
- Kerbela’da Hz. Hüseyin ve 72 yakınının katli sırasında Müslümanların sessiz kaldığını, aynı sessizliğin Gazze’de de görüldüğünü belirtti.
- Hz. Hüseyin ve İmam Zeyd’in canlarını verirken tek isteklerinin ümmetin bölünmüşlüğünün son bulması olduğunu hatırlattı.
- Vahdet Mesajı: Ehli Beyt ve Veda Hutbesi
- Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi’nde ümmete iki ağır emanet bıraktığını vurguladı: Kur’an-ı Kerim ve Ehli Beyt.
- Bu iki emanete sarılmanın ümmeti sapkınlıktan ve felaketten koruyacağını, ayrılığın ise helake sürükleyeceğini söyledi.
- Müslümanların tarih boyunca mezheplere ve fırkalara bölünerek birbirini tekfir ettiğini, bu durumun hâlâ sürdüğünü dile getirdi.
- Peygamberimizin Uyarısı ve Günümüzün Gerçekliği
- Peygamberimizin hadisinde yer alan “Ümmetin selin taşıdığı çer çöp gibi dağılacağı ve düşmanlar tarafından parçalanacağı” uyarısının bugünün Müslüman toplumlarına birebir uyduğunu ifade etti.
- Bu dağınıklığın temelinde dünya sevgisi ve ölüm korkusu olduğunu, bu nedenle yöneticilerin zulme karşı sessiz kaldığını dile getirdi.
- Ayetlerle Uyarı: Zulme Meyletmek Bile Haramdır
- Zalimlere meyletmenin bile Kur’an’da yasaklandığını hatırlatarak, Müslüman bireyin zulme en ufak bir destek vermemesi gerektiğini vurguladı.
- Ayet-i kerimelerden örnek vererek, zalimlerle maddi, duygusal ya da sosyal yakınlaşmanın dahi manevi ve ilahi cezalara yol açacağını belirtti.
- Fert Düzeyinde Cihat ve Boykot Sorumluluğu
- “Devlet başkanı değiliz, ordumuz yok, ne yapalım?” sorusuna net bir cevap verdi:
“Fert düzeyinde cihat farzdır. Boykot bu cihadın parçasıdır.” - Yahudilerin anlayacağı iki dilin askeri güç ve ekonomik yaptırım olduğunu, bu nedenle İsrail’i destekleyen ürünlerden uzak durmanın bir iman ve sorumluluk meselesi olduğunu söyledi.
- Bu konuda her bireyin gücü kadar sorumlu olduğunu, gücümüz yettiği halde hareketsiz kalmanın ilahi sorguya konu olacağını ifade etti.
- Sonuç ve Teşekkür
- Gazze için dua etmekle yetinmenin yeterli olmadığını, somut adımlar atılması gerektiğini vurgulandı.
- Salih Kurt başkanlığında yürütülen bu konferansı bir cihat örneği olarak değerlendirerek, tüm katılımcılara teşekkür ve dualarını iletti.
Anayasa Bilimci Süleyman Akdemir: İnsanlık da İslam Dünyası da Sınıfta Kaldı”
İstanbul, 7 Temmuz 2025 – Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemesi (USSAM) kapsamında düzenlenen çevrim içi toplantıya katılan Anayasa bilimcisi ve Yeni Yüzyıl Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Av. Süleyman Akdemir, çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Akdemir konuşmasına, korona süreciyle başlayan küresel krizlerde hem tıp camiasının hem de hukuk dünyasının sınıfta kaldığını, Gazze’de yaşanan insanlık dramında ise bu tabloya insanlığın ve İslam ülkelerinin de eklendiğini vurgulayarak başladı.
“Gazze Faciası Savaş Değil, Katliamdır”
Gazze’de yaşananları insanlık tarihindeki en büyük soykırım ve yüz karası bir tablo olarak nitelendiren Akdemir, “Bu savaş değil, bu topyekûn bir katliam. 2 milyon insan bir açık hava hapishanesinde sürüklenip öldürülüyor” dedi.
“Kur’an Rehberimizdir, Kur’an'a Dönmeliyiz”
Konuşmasında Kur’an’dan örnekler veren Akdemir, İsra Suresi 4. ayete dikkat çekti:
“Yeryüzünde iki kez üstünlük kuracakları bildirilen Benî İsrail’in ikinci hâkimiyet dönemi yaşanıyor. Ancak bu da sona erecek. Kaçacak delik bulamayacaklar.”
“İslam Ülkeleri Harekete Geçmeliydi: Önce İnsanları Kurtarın, Sonra Boykot ve Cihat”
Akdemir, İslam ülkelerinin izlemesi gereken yol haritasını da açıkladı:
- Gazze’den çıkmak isteyen kadın ve çocuklara kapılar açılmalıydı.
- İsrail’e net bir dil kullanılmalı, çıkışa izin verilmezse savaş farz olmalıydı.
- Boykot silahı kararlı biçimde devreye sokulmalıydı.
- Kurtarılacak her hayat, gelecekteki adalet düzeni için temel olacaktı.
“Yeni Bir Anayasa Bilimi Gereklidir”
Uluslararası hukuk düzeninin çöküşünden söz eden Akdemir, “hukuk yok” diyerek mevcut anayasal sistemlerin kifayetsizliğine vurgu yaptı. Kendisinin üzerinde çalıştığı çok dilli yeni bir anayasa taslağına değindi ve:
“Yeni anayasa mühendis, doktor, psikolog, biyolog, sosyolog gibi farklı bilim dallarının ortak ürünü olmalı. Anayasa bir metin değil, toplumsal mukaveledir.”
“USSAM Kurulabilir, İrade Gerekiyor”
Akdemir, Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin kurulması için metinlerin hazır olduğunu ancak asıl eksik olanın siyasi irade olduğunu söyledi:
Siyonizm İsrail Dünyayı mahvettiler , İnsanlığı mahvettiler.
“Bir ülke lideri çıkıp ‘Ben bu kurallara uymayı taahhüt ediyorum’ dese, süreç başlar. Bu iradeyi ortaya koyan devlet önder olur, diğerleri katılır. Bu Musa'nın adalet prensibidir: Suçlu ben olsam dahi kısas uygulanacaktır.” Akdemirden USSAM Komisyonu Başkanı Salih Kurt övgü dolu sözler
USSAM Komisyonu Başkanı Salih Kurt, Ahmet İmaya Hoca’nın Süleyman Akdemir hakkındaki övgü dolu sözlerini hatırlatarak, kendisinin hem anayasa bilimi hem de evrensel insan hakları beyannamesi çalışmaları konusundaki katkılarını şükranla andı.
Av. Sümeyye Aydoğdu’nun Konuşması: Hukuk Susarsa, Zulüm Yayılır
İstanbul, 7 Temmuz 2025 – Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemesi (USSAM) toplantısında konuşan Av. Sümeyye Aydoğdu, Gazze'de yaşanan insanlık dramının sadece askeri bir mesele değil, planlı ve sistematik bir etnik temizlik politikası olduğunu vurguladı.
“Uluslararası Hukuk Ayaklar Altında”
Aydoğdu, İsrail'in Filistin'de gerçekleştirdiği saldırıların Birleşmiş Milletler Antlaşması, Cenevre Sözleşmeleri ve uluslararası insan hakları hukukunu açıkça ihlal ettiğini ifade etti. Buna rağmen:
“Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin sessizliği, BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto krizleri uluslararası sistemin adaletsizliğini bir kez daha gözler önüne seriyor.”
“İran’a Yönelik Saldırılar Tüm Bölgeyi Ateşe Atar”
İsrail'in İran’a yönelik askeri hamlelerini de değerlendiren Aydoğdu:
“Bu saldırılar yalnızca İran’ı değil, Orta Doğu, Orta Asya ve Avrupa'nın güvenliğini de tehdit ediyor. Hürmüz Boğazı’ndan Yemen’e kadar zincirleme cepheler oluşabilir.”
dedi ve Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerini, diplomatik çözüm yollarını ısrarla savunmaya çağırdı.
“Türkiye’nin Tavrı Güçlü Ama Yaptırımları Yetersiz”
Türkiye’nin söylem düzeyinde güçlü ama somut yaptırım mekanizmalarında zayıf kaldığını belirten Aydoğdu, ekonomik ve hukuki yaptırımların değerlendirilmesi gerektiğini şu sözlerle dile getirdi:
“Petrol, doğalgaz, lojistik, ticari ve hukuki ilişkiler yaptırım aracı haline getirilmeli. Diplomatik baskı somut araçlara dayanmalı.”
“İsrail Nükleer Anlaşmalardan Muaf, İran’a Ambargo”
İran’ın nükleer programı nedeniyle uğradığı baskı ve ambargoları çifte standart olarak tanımlayan Aydoğdu:
“İsrail, nükleer silahlarının yayılmasını önleme anlaşmasına taraf değil ama yüzlerce başlığa sahip. Buna karşın İran'ın sivil nükleer faaliyetleri yaptırımlarla cezalandırılıyor. Bu durum devletlerarası hukuki eşitliğe açıkça aykırıdır.”
ifadelerini kullandı.
“Hukuk İslam Ülkeleri Aleyhine Silah Olarak Kullanılıyor”
Aydoğdu, Birleşmiş Milletler, Roma Statüsü ve Cenevre Sözleşmelerinin İsrail ve Batı lehine işletildiğini belirterek şunları söyledi:
“Aynı hukuki normlar, Filistin ya da İran söz konusu olduğunda rafa kaldırılıyor. Hukuk, İslam ülkeleri aleyhine birer siyasi silah gibi kullanılıyor.”
İfadelerini kullandı. “Filistin’de susan sesler, yarın başka coğrafyalarda can kaybı olarak karşımıza çıkar.”
Av. Uğur Faruk Tüzün Konuşması: Fosfor Bombası Kimyasal Sayılmıyor, Çünkü İsrail Öyle İstiyor!
İstanbul, 7 Temmuz 2025 – USSAM Konferansı'nda konuşan Uluslararası Hukukçular Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul 2 No’lu Barosu Kurucu Üyesi Av. Uğur Faruk Tüzün, İsrail’in beyaz fosfor kullanımını, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ndeki yetersizlikleri ve Türkiye’ye ait hastaneye yapılan saldırıyı gündeme taşıdı.
Beyaz Fosfor Kimyasal Sayılmıyor: İsrail'in Lobi Başarısı
Tüzün, 13 Ekim 2023’ten itibaren İsrail’in Gazze’de beyaz fosfor bombası kullandığını hatırlatarak:
“Bu bombaların sivil halkta ciddi yanıklara neden olduğu belgelenmişken, İsrail lobi faaliyetleriyle bu bombanın kimyasal silah sayılmaması için çaba harcamakta ve bunda başarılı da olmaktadır.”
ifadelerini kullandı. Tüzün, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’ne yapılan ziyaret sırasında, kurumun fosfor bombasını kimyasal saymama eğiliminde olduğunu ve bunun Filistin'in sözleşmeye taraf olmaması nedeniyle itiraz edilemediğini vurguladı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi: Adaletin Krizi
Konuşmasında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin işlevsizliğine de dikkat çeken Tüzün:
“2014’te 12 bin kişinin katledildiği dosya bile hâlâ sonuçlandırılmadı. Bu kurum için bir sınavdır. Eğer adalet adına hareket etmezlerse, dünyanın gözünde kokuşmuş bir yapı olarak kalacaklar.”
dedi. İstanbul 2 No’lu Barosu olarak, çocuk ve kadın katliamlarına dair 8 klasörlük başvuruyu Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcılığı’na ilettiklerini de aktardı.
Türkiye’ye Ait Hastane Bombalandı: TCK’ya Göre Yargılanabilir
Av. Tüzün, 21 Mart 2025 tarihinde İsrail’in Türkiye’nin resmi mülkü olan Türk-Filistin Dostluk Hastanesi’ne saldırdığını hatırlatarak şu çarpıcı bilgileri verdi:
“Hastane keyfi şekilde bombalandı. Ne tünel bahanesi var ne bir gerekçe. Kanser hastalarının tedavi aldığı bu merkez, savaş suçu kapsamında değerlendirilmeli.”
Bu saldırının Türkiye'nin devlet mülküne yönelik bir eylem olduğunu belirten Tüzün:
“Hem dış hukuka hem de Türk Ceza Kanunu’na dayanarak iç hukukta suç duyurusunda bulunacağız.” açıklamasında bulundu.
Barış Gücüyle Müdahale Gündeme Gelebilir
Konuşmasının sonunda, bölgesel savaşların küresel tehdit haline geldiğini belirten Tüzün, kalıcı barışın önemini şu sözlerle vurguladı:
“Ateşkes değil, kalıcı barış gerekiyor. Aksi halde Sırbistan-Bosna veya Kosova örneklerinde olduğu gibi, barış gücü gönderimi dahil askeri müdahale kaçınılmaz olabilir.”
“Hukuki mücadele devam etmeli. Fosfor bombası gerçekleri gizlenemez. Türkiye’nin devlet malına yapılan saldırı hem ulusal hem uluslararası hukuk ihlalidir.”
Sosyolog Elif Lale Kırcaoğlu’nun Konuşması: Sadece İnsanlar Değil, İnsanlık Ölüyor”
İstanbul, 7 Temmuz 2025 – Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemesi (USSAM) toplantısında konuşan Sosyolog Elif Lale Kırcaoğlu, hem bir bilim insanı, hem bir anne hem de bir kadın olarak Filistin’de yaşanan insanlık dramını değerlendirdi. Kırcaoğlu, yaşananların sıradanlaştığını ve artık insanlığın kolektif vicdanını kaybetmeye başladığını vurguladı.
“Gazze, İman, Bayrak ve Devletin Sembolüdür”
Kırcaoğlu konuşmasında, Aliya İzzet Begoviç’in sözlerine atıfla Gazze’nin yalnızca bir coğrafya değil, imanın, bayrağın ve devletin savunulduğu bir direniş sembolü olduğunu ifade etti. İsrail’in yıllardır süregelen söylem ve eylemleriyle Gazze’ye sistematik bir kıyım uyguladığını belirten Kırcaoğlu:
“1995’ten beri aynı söylemi sürdürüyorlar. Netanyahu’nun nükleer iddiaları, işgale meşruiyet üretme çabasıdır.” dedi.
“ABD ve İsrail Ortadoğu’nun Dengesini Bozuyor”
Konuşmasında İsrail’in yüzölçümünün Türkiye’nin bir ili kadar küçük olduğunu hatırlatan Kırcaoğlu, buna rağmen ABD’nin sağladığı destekle küresel stratejilerde belirleyici konumda olduğunu söyledi:
“ABD, doğrudan savaş tarafı olmasa da Ortadoğu'yu karıştıran ana güç konumundadır. Kürt tabanlı bir terör devleti kurma çabaları da bu planın parçasıdır.”
ifadeleriyle ABD'nin Ortadoğu politikalarına tepki gösterdi.
“Türkiye’nin Etkisi Küresel Dengeleri Değiştiriyor”
TİNGADER İstanbul Başkan Vekili olarak da konuşan Kırcaoğlu, başta ABD medyası olmak üzere birçok uluslararası yayın organının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bölgesel etkisini yakından izlediğini belirtti:
“Türkiye’nin Ortadoğu, Afrika ve Kafkasya’daki etkisi artıyor. Suriye çölündeki hava üsleri ve askeri varlık, İsrail’in güvenliği açısından büyük tehdit olarak değerlendiriliyor.”
ifadelerini kullandı. “Kadınlar ve Çocuklar, Bu Savaşın En Sessiz Mağdurları”
Konuşmasında özellikle kadınlar ve çocukların yaşadığı trajedilere vurgu yapan Kırcaoğlu:
“Her saat başı iki anne, iki saatte bir kadın öldürülüyor. Gazze’de 50.000’den fazla hamile kadın sağlık hizmetlerine erişemiyor. Sağlık altyapısının %84’ü çöktü.”
dedi ve sağlık krizinin boyutlarına dikkat çekti.
“İslam Dünyası Direniş Göstermek Zorundadır”
Kırcaoğlu konuşmasının sonunda, yaşananlara karşı susmanın artık bir seçenek olmadığını şu sözlerle dile getirdi:
“Bugün çoluk çocuk değil, insanlık ölüyor. İslam dünyası bu zulme karşı kolektif bir direniş sergilemek zorundadır. Sessizlik suça ortaklıktır.”
“Ateşkes çözüm değil; ateşkesten sonra da yaşam mümkün değil”
TİNGADER Genel Başkanı Mehmet Ali Çelik’in Konuşması: “USSAM Mahkemeleri, Adaletin Yeni Adıdır”
İstanbul, 7 Temmuz 2025 – Tüm İnternet Gazeteciliği ve Gazeteciler Derneği (TİNGADER) Kurucu Genel Başkanı Mehmet Ali Çelik, USSAM Mahkemeleri’nin tarihi bir dönüm noktası olduğunu vurgulayarak, bu yapının medya ve hukuk dünyasında sahiplenilmesinin önemine dikkat çekti.
“USSAM Mahkemeleri’ni Yayınlarımızda Sahipleniyoruz”
Çelik, hem TİNGADER’in kurumsal kimliği hem de yayın organı “TİNGADER Türkiye” dergisi aracılığıyla USSAM Mahkemeleri’ne özel yer verdiklerini belirtti. Özellikle son sayıda, USSAM Mahkemeleri ile ilgili kaleme alınan değerlendirmelere, Salih Kurt’un yazısına ve Prof. Fahri Sakal’ın siyonizmle ilgili analizine dikkat çekti.
“USSAM mahkemelerini her sayımızda işliyoruz. Son sayımızda da Salih Başkanımızın kaleminden bu mahkemeleri verdik. Dergimiz artık bu mahkemelerin yayın organı gibi çalışıyor.”
“Güçlü Olursak, Hiçbir Düşman Üzerimize Gelmeye Cesaret Edemez”
Emekli tarih öğretmeni olduğunu da belirten Çelik, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in ‘Sulh istersen, cenge hazır ol’ sözünü hatırlatarak Türkiye’nin caydırıcı bir güce sahip olduğunda, mazlumlara yapılan saldırıların sona ereceğini ifade etti:
“Güçlü olduğumuzda ne Gazze’ye ne Suriye’ye ne bize saldıracak bir cesaret kalmayacak. Bu tarihsel bir gerçekliktir.”
“USSAM'ın İlk Davası Netanyahu Olmalıdır”
Çelik, USSAM Mahkemeleri’nin meşruiyet kazanması için ilk yargılamanın Netanyahu hakkında yapılması gerektiğini savundu. Böylece, Lahey Adalet Divanı'nın kararlarına itiraz etmeyen ülkelerin USSAM kararlarını da tanımak zorunda kalacağını ifade etti:
“İlk karar Netanyahu hakkında olmalı. Bu, uluslararası meşruiyet sağlar. Sonrasında da Beşar Esed gibi savaş suçluları yargılanmalıdır.”
“TİNGADER Yayını, Akademik ve Popüler Bir Platformdur”
TİNGADER Türkiye dergisinin uluslararası akademik ve hakemli bir dergi olduğunu vurgulayan Çelik, bu yayınla USSAM Mahkemeleri’nin düşünce altyapısına katkı sağladıklarını belirtti:
“Dergimiz bilimsel, popüler ve hakemlidir. Türkiye’de önemli bir konuma gelmiştir. USSAM Mahkemeleri’ni yayın organı gibi desteklemeye devam edeceğiz.”
“Ağustos Sayımızda Özetler Yayınlanacak”
Toplantıda yapılan kıymetli konuşmaların, TİNGADER Türkiye’nin Ağustos 2025 sayısında özet olarak yayımlanacağı bilgisini de veren Çelik, başta Hasan Sadi Kahyoğlu ve USSAM Komisyon Başkanı Salih Kurt olmak üzere tüm katılımcıların katkılarına yer verileceğini açıkladı.
“Katkı Sunan Herkese Teşekkür Ediyorum”
Çelik, konuşmasının sonunda başta Cihat Yaycı, Namık Ak, Anıl Özgenç, Elif Lale Kırcaoğlu, Mustafa Kuran, Zeyit Cesim, Süleyman Akdemir gibi akademik ve sosyal çevrelerden katılımcılara teşekkür ederek sözlerini tamamladı.
“USSAM Mahkemeleri; emperyalizme, Siyonizm’e ve hukuksuzluğa karşı ümmetin hukuki kalesidir.” Dedi.
TYGD Genel Başkanı Kenan Akçağanoğlu’nun Konuşması: “İsrail’in Dezenformasyonuna Medya Direnemedi”
Türkiye Yerel Gazeteciler Derneği (TYGD) Genel Başkanı Kenan Akçağanoğlu, konferansta yaptığı konuşmada, İsrail'in küresel medyayı kullanarak dezenformasyonla gerçeği gizleme çabalarına dikkat çekti.
“Verilen Ölü Sayıları Gerçeği Yansıtmıyor”
Akçağanoğlu, İsrail kaynaklı ölü sayılarının medya aracılığıyla manipüle edildiğini vurguladı. İsrail'in verdiği sayılara itibar edilmemesi gerektiğini belirten Başkan Akçağanoğlu, şöyle konuştu:
“İletişimin ve medyanın gücü İsrail dezenformasyonu karşısında zayıf kaldı.”
Umman Televizyonu’ndan Elde Edilen Veriler
Konuşmasında dikkat çekici bir noktaya da değinen Akçağanoğlu, Umman Televizyonu'nun ulusal görüntülerine dayanarak İsrail’deki ölü sayısının 3.500’ün üzerinde olduğunu, bunlardan en az 1.401’inin doğrudan İsrail askeri olduğunu dile getirdi.
Gerçeklerin Gizlenmesine Karşı Yerel Medya Uyarısı
Akçağanoğlu, özellikle yerel gazetecilere ve bağımsız basın kuruluşlarına seslenerek:
“İsrail’in yürüttüğü psikolojik savaş ve medya manipülasyonu, yalnızca askeri bir mesele değil; küresel bir medya krizidir.”
“Bu noktada yerel basının, alternatif medya kaynaklarının ve sivil toplumun daha aktif olması gerekiyor.”
Medya Savaşlarında Gerçekleri Savunmak Yerel Gazetecilerin bizim işimizdir dedi.
Haber Müslüm AKTÜRK
Haber Mehmet Ali Çelik
Haber Kenan Akçağanoğlu